Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğu ve İş Adamı Kararı İlkesi


TTK bazı sorumluluk hallerini özel olarak belirtmiş (TTK m.549-552), bunların dışında kalan hususlara ilişkin genel bir düzenleme getirerek, görevlerini kusurlarıyla ihlal eden yöneticilerin bu ihlallerden kaynaklanan zararlardan sorumlu olmasını sağlamıştır.
TTK m.553 uyarınca, kurucular, yönetim kurulu üyeleri, yöneticiler ve tasfiye memurları kanundan ve esas sözleşmeden kaynaklanan görevlerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde meydana gelen zarardan ortaklığa, pay sahiplerine ve alacaklılara karşı sorumlu olacaklardır.
Pay sahibinin dolaylı zararları sebebiyle açacağı davada talep ettiği miktar ortaklığın uğradığı zararın tamamıdır, yoksa pay sahibi ortaklıkta ki payı ile orantılı olarak zararın sadece kendi payına düşen kısmını talep etmek zorunda değildir.
TTK m.558 uyarınca ibra kararına olumlu oy vermiş ya da ibra kararını bilerek payı devralmış olan pay sahiplerinin dava hakkı da ortadan kalkar. Eğer şirket katılma intifa senedi veya oydan yoksun hisse senetleri çıkarmışsa, bu senet sahipleri de aynen pay sahipleri gibi, doğrudan ve dolaylı zarar halinde dava hakkına sahiptir.
Şirketin dava açması hususunda ise bir veya birkaç YK üyesine sorumluluk davası açılmasında ilke olarak hala görevde olan YK üyeleri karar verir ve şirketin yasal temsilcisi olarak davayı açar. Bu durumda şirketi mahkemede davalı olmayan YK üyeleri temsil eder. YK üyelerinin tümü bakımından sorumluluk davası açılması söz konusu ise, davayı yine şirket açabilir. Ancak şirketin ihmali veya sorumluların şirkete hakim olmaları sebebiyle davanın açılmaması halinde davayı her pay sahibi açabilir. Pay sahibinin zararı dolaylı ise ödenecek tazminatın şirkete ödenmesini istemesi gerekir. Ancak bu durumda şirketi mahkemede kimin temsil edeceği sorunu ortaya çıkar. Bu durumda şirketi mahkemede temsil edecek bir kayyım atanması gerekir.
Şirket alacaklılarının şirketin uğradığı zarara ilişkin diğer bir değişle şirket alacaklılarının uğradığı dolaylı zararlara ilişkin dava açma hakkı sadece iflas hali ile sınırlıdır. Bu bağlamda şirket alacaklıları dolaylı zararlar sebebiyle dava açma hakkı iflas masasının dava açmadığı hallerle sınırlıdır. Nitekim öncelik iflas masasına aittir. Doğrudan zararlarda ise dava açma hakkına sahiptirler.
Sorumluluğun şartlarından birincisi zarardır. Bu bağlam şirketin maddi ve manevi zararının tazmini talep edilebilir. Tüzel kişilerin manevi olarak ızdırap çekmesi mümkün olmasa dahi, onur ve saygınlıklarının zedelenmesi söz konusu olabileceğinden manevi zararın oluşabileceği kabul edilmektedir. Bu durumda açılacak dava hâksiz fiillere ilişkin genel hükümler kapsamında açılabilecektir. Sorumluluk konusu zararın belirlenebilmesi için zarar görenin mevcut malvarlığı durumu ile zarar verici fiil gerçekleşmeseydi sahip olacağı malvarlığı durumunun farkı hesap edilmelidir. Bu durumda zarar görenin malvarlığının ne şekilde olacağı tespit edilemiyor veya başka bir sebepten dolayı zararın miktarı tam olarak tespit edilemiyorsa, bu halde zarar görenlerin TBK m.50/2 uyarınca hakimden hayatın olağan akışını ve zarar görenin aldığı tedbirleri göz önünde bulundurarak zararı belirlemesini talep edebilmeleri mümkün olmalıdır.
Burada genel kurul kararının şart olup olmadığı hususuna değinmek gerekmektedir. Belirtmek gerekir ki Dava açabilme yetkisi yönünden Pay sahipleri ile şirket aynı düzeyde kabul edilmiştir ve YK’ yı ibra etmeyen Pay sahiplerinin YK’ ya karşı ister doğrudan ister dolaylı zarar nedeniyle sorumluluk davası açması nedeniyle GK’ nın iznine gerek yoktur.
Zararın varlığı ve miktarı hususundaki ispat yükü zarar gördüğünü iddia eden davacıların üzerindedir.
Yönetim kurulu üyeleri ve yöneticilerin sorumluluğu TTK m.553 uyarınca kusura dayanan sorumluluktur. Bu itibarla sorumluluğun söz konusu olabilmesi için kanundan ve/veya esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlu olarak ihlal etmeleri gerekir. TTK’ ya göre hafif ihmal de sorumluluk için yeterlidir. YK üyeleri ve yöneticilerin kusurlu olup olmadıkları belirlenirken görevlerini yerine getirirken gerekli özeni gösterip göstermedikleri incelenir. “özen ve bağlılık yükümlülüğü” başlığı taşıyan TTK m.369 hükmü YK üyeleri ve yöneticilerin özen borcunun kapsamını tedbirli bir yöneticinin davranış modelini esas alarak belirlemiştir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki sorumluluğuna gidilen yöneticinin kişisel nitelikleri ve mesleki becerisi tedbirli bir yöneticiden daha iyiyse bu durumda yapılacak değerlendirme objektif kıstaslara göre değil, bu kişinin sübjektif kıstaslarıdır. Burada YK üyelerinin özen yükümlülüğü gündeme gelmektedir.
Şirketler hukukundaki özen yükümlülüğü YK üyelerinin öncelikle kanunda açıkça belirlenmemiş görevlerinin tespitinde nelerin yapılıp nelerin yapılmaması gerektiğine ilişkin yükümlülüklerinin belirlenmesinde rol oynamaktadır. Ayrıca özen yükümü YK üyeleri ve yöneticilere karşı açılan sorumluluk davalarında iddia edilen eylem, iş ve işlemlerinde kusurlu olup olmadıklarının tespitinde söz konusu olacaktır.
YK üyesi ile şirket arasındaki ilişki genel olarak vekalet akdine dayandığından özen yükümü de bu sözleşme ilişkisinden doğan ve kanunda belirlenmiş asli veya yan edim niteliğindeki yükümlülüklerin sözleşmenin amacına uygun şekilde tam ve doğru olarak ifade edilmesini gerektirir. Bu sebeple birincisi görevi kabulde özen, ikincisi Şirket organizasyonunda özen, üçüncüsü görevlerin ifasında özen, dördüncüsü şirketin yapısal değişikliklerince ve yatırımlarında özen, beşincisi şirket memurlarının seçiminde özendir.
Burada değinmek gerekir ki şirketin yatırımlarında ki özende, YK’nın işletme için gerekli olmayan “risk derecesi yüksek” yatırım araçlarından özellikle kaçınması gerekmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, işletme faaliyetlerinde risk üstlenmek ile özensiz davranmak eş anlamlı değildir ve ekonomik faaliyetler daima riskin üstlenilmesini gerektirir. YK’nın iş adamı kararı ilke ve takdir çerçevesinde aldığı kararlar şirketin malvarlığında kayıplara neden olsa dahi sorumluluk söz konusu olmaz. YK üyeleri ve şirketi sevk ve idare etmeye yetkili olan kişiler işletmenin başarısızlığı nedeniyle değil aksine özensiz davranışları nedeniyle sorumlu tutulmaktadırlar. Sadece riskin ve dolayısıyla zararın gerçekleşmesi nedeniyle sorumlu tutulmaları söz konusu olmaz.
Özen yükümüne tabi olan kişilere değinmek gerekirse, TTK m.365 uyarınca anonim şirketin yasal yönetim ve temsil organı yönetim kurulu olmakla birlikte, şirketin yönetiminden sorumlu olan kişilerde bu çerçeveye dahildir. Bu kapsama YK üyeleri, yönetimi devralan kişiler, müdürler, ticari temsilciler ve ticari vekiller girmektedir.
Özen yükümlülüğü kapsamında YK üyelerinin iş adamı kararı İlkesi (business Judgment Rule) korumasından yararlanmalarına değinmek gerekir. TTK m.553’de kurucuların, YK üyelerinin, yöneticilerin ve tasfiye memurlarının kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ederek şirkete, pay sahiplerine ve alacaklılara verdikleri zararları tazmin etmekle yükümlü oldukları öngörülmüştür. Dolayısıyla kanun ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlallerinde iş adamı kararı ilkesi uygulanmaz. Çünkü kanun ve esas sözleşme hükümlerine aykırılıklarda YK üyeleri ve yöneticilerin şirketin yönetiminde takdir yetkisi çerçevesinde bir “işletmesel karar” almaları söz konusu olmaz. Aksine şirket yönetiminde kanuna ve esas sözleşmeye uygun davranılması zorunludur. İş adamı kararı ilkesine uygun davranan YK üyesi ve yönetimle görevli kişiler göstermesi gereken özeni yerine getirmiş sayılır ve alınan işletmesel kararlardan bir zarar doğmuş olsa dahi sorumlu olmazlar. YK üyesi ve yöneticilerin iş adamı kararı ilkesinin korumasından yararlanmaları için gerekli koşullar şöyledir; -Bir işletmesel karar olmalı-Bağımsız ve tarafsız, yani kişisel menfaat ve yabancı bir etki altında olmamalı-YK üyesi uygun bilgi temeline dayalı hareket etmiş olmalı-İyiniyetli olmalı-Şirketin menfaatine hareket etmiş olmalıdır.
YK üyelerinin sadakat yükümlülüğüne hususuna gelince, YK üyeleri ile anonim şirket arasında ki ilişkinin temeli vekalet akdine yani karşılıklı güvene dayanır. Bunun sonucu olarak da YK üyeleri ortaklığa ve pay sahiplerine karşı sadakat borcu ve yükümlülüğü altındadırlar. Sadakat borcunun kapsamı geniştir. Buna göre YK üyelerinin yaptıkları tüm iş ve işlemlerde şirketin menfaatini ön planda tutma yükümlülükleri vardır ve hiçbir şekilde şirketin aleyhine sonuç doğuracak kendi özel menfaatini takip etmemelidirler. Aksi halde TTK m.369/1 hükmü çerçevesinde sorumlu olurlar. Sadakat borcundan doğan somut bir yükümlülükte YK üyesinin şirket işlerini görürken öğrendiği sırları saklamasıdır YK üyelerinin sır saklama yükümlülüğü görevleri devam ettiği sürece ve açıklanması ortaklığın menfaatlerini ihlal edecek nitelikte ise görev süresi bittikten sonrada devam eder. Münferit YK üyelerinin ve yöneticilerin sır saklama yükümlülüğü, şirketin menfaatinin korunması açısından açıklanması gerekiyorsa YK kararıyla kaldırılabilir.
Diğer bir husus da yönetim ve temsil yetkisinin devri halinde ki sorumsuzluktur. TTK, yönetimin devrini m.367’ de temsil yetkisinin devrini ise m.370’ de düzenleyerek yönetim ve temsil olgularını kesin bir biçimde ayırmıştır. Yönetim yetkisinin devrinin şartları; -Esas sözleşmede yönetimin devrine ilişkin açık bir hüküm bulunması -YK tarafından hazırlanmış bir iç yönerge veya iç yönergenin esaslı noktalarını içeren bir YK kararının bulunması -Yönetimin devrinin iç yönergeye uygun olması -YK’nın devredilemez ve feragat edilemez nitelikteki görev ve yetkilerinin (TTK m.375) dışındaki yetkilerinin devredilmiş olması gereklidir. Esas sözleşmede böyle bir hüküm kuruluşta yer alabileceği gibi, sonradan bir genel kurul kararıyla da, bu hükmün esas sözleşmeye konulması mümkündür. Ancak bu konuda açık bir hüküm bulunması zorunludur.
Burada önemle belirtmek gerekir ki kelime anlamıyla “gerçek iç yönergenin” olması zorunlu değildir. Esas sözleşmede yönetimin devrine ilişkin açık bir hüküm bulunmasına rağmen, şekli anlamda bir iç yönerge yoksa bile, iç yönergenin asgari şartlarını içeren yazılı bir yönetimin devrine ilişkin yönetim kurulu kararı yeterli ve zorunludur. Bu karar esas sözleşmede nitelikli karar öngörülmemişse toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğuyla alınır. Bu durumda yönetimin devri geçerli olur.
Diğer bir önemli hususta TTK m.375 uyarınca YK delegasyon yetkisini GK dahil hiçbir organa devredemez. Esas sözleşmede öngörülmek şartı ile belirli pay grubu ve azlığa YK’da temsil edilme hakkı hatta YK üyeliği için aday önerme hakkı da tanınabilir. Ancak belirli bir kimseye görev ve yetki hususunda imtiyaz tanınamaz. GK, YK’ya delegasyon yetkisi verir veya bunu vermeyerek bu görevi bizzat yerine getirmesini ister. YK’yı delegasyon yapmaya zorlayamaz veya delegasyonu kendi iznine tabi tutamaz. Esas sözleşmede delegasyon yapılabilecek kişilere ilişkin bazı kıstaslar öngörülebilse de (örneğin, eğitim düzeyi, yaş, tecrübe vs.) delegasyonun kime yapılacağının belirlenmesi emredici düzenlemeye aykırıdır. Kaldı ki YK delegasyonun sorumluluğunu taşımaktadır. Delegasyon yapacağı kimsenin seçimi, talimat verme gözetim yükümlülüğü dolayısıyla asıl sorumlu olan YK’dır.
TTK m.553/2 hükmüne göre kanundan veya esas sözleşmeden doğan bir görevi veya yetkiyi, kanuna dayanarak başka bir kimseye devreden organlar veya kişiler, bu görev ve yetkileri devralan kişilerin seçiminde, delegasyonda, talimat vermede ve üst gözetim görevinde makul derecede özen göstermediklerinin ispat edilmesi hali hariç, bu kişilerin fiil ve kararlarından sorumlu olmazlar.
Yönetimin devri hususunda esas sözleşmede hüküm bulunmuyorsa, delegasyon bir iç yönergeye dayanmıyorsa veya YK kararı yoksa burada geçerli bir yönetimin devrinden söz edilemez. Buna rağmen, yönetim yetkileri devredilmişse, bu durumda TTK m.366/2 anlamında YK üyelerinin kendi aralarında iş bölümüne gittiğinden bahsedilebilir, böyle bir durumda ise, YK üyeleri sadece kendilerine bırakılan alandan değil, kurulun faaliyeti kapsamındaki bütün alanlardan diğer üyelerle birlikte sorumlu olur.
TTK m.370/2 hükmü uyarınca temsil yetkisinin devri için 2 şart bulunmalıdır; -Esas sözleşmede yetki devrine ilişkin bir hüküm bulunması -Esas sözleşmeye dayalı, yönetim kurulunun temsil yetkisinin devrine ilişkin bir karar alması gereklidir.
Yetki devrinin usule uygun devredilmesi halinde ve delege edilen seçiminde, talimat vermede ve üst gözetim görevinde gereken özeni göstermiş olması durumunda delegenin fiillerinden dolayı sorumlu olmayacaktır.
YK, temsil yetkisinin devrini yetkisiz şekilde devretmesi halinde, YK üyelerinin kişisel olarak görev ihlali olmasa dahi, devredilen görevlerle ilgili olarak delege edilen kişinin fiillerinden doğrudan sorumlu olur.
Son olarak TTK 371 hükmüne 7. Fıkra olarak eklenen bu yeni hükmün anlamına değinmek gerekmektedir. TTK m.375’de öngörülen devredilemez ve feragat edilemez nitelikteki yetkiler dışında kalan hususlarda yetki devrinin söz konusu olması halinde icrai yetkisi olmayan YK üyelerinin şirketi temsil yetkisi yoktur ve bunlara YK’nın sınırlıda olsa şirketi dışa karşı temsil etme yetkisi vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu durumu aşmak için yasa koyucu YK’nın yönetim ve özellikle temsil yetkisini tamamen veya kısmen murahhaslara devretmesi halinde icra yetkisi olmayan YK üyelerine de icrai nitelikte “sınırlı ticari vekil veya diğer tacir yardımcısı atama” yetkisi vermiştir. Bu kişilerin şirkete ve 3. Kişilere verecekleri her türlü zarardan dolayı YK üyeleri müteselsilen sorumludur.